Chernobyl: Soğuk Estetik "Sıcak" Yenir!
Ali Şimşek
1945
sonrasının hayaletidir. Sovyetler (CCCP)… İkinci Dünya Savaşı bitmiş ve dünya
Berlin’den ortaya ayrılmıştır. Savaşda en çok can vermiş (20 milyon küsur) bir
ülke, yorgun düşmesine rağmen savaşın en büyük galibi olmuştur aslında.
Neredeyse teslim olmasına rağmen Hiroşima’ya ve Nagazaki’ye atılan atom
bombasının muhatabı da Sovyetlerdir aslında unutuluyor. Bildiğimiz anlamda
Soğuk Savaş başlamıştır artık. Savaşta yenilemeyen komünizm hayaleti, Amerikan
Rüyası pompalan bir dünyada, imajıyla yenilgiye uğratılmaya çalışılacaktır
artık. Buradaki en önemli koz ise Hollywood yani sinemadır.
Savaş
sonrası çekilen savaş filmlerinde kurtarıcı Amerika ve Normandiya Çıkartmasıdır
(D Day) hep. Sovyetlerin esamesi bile okunmaz. Acemi askerler ile Fransa içinde
ilerleyen Amerika’nın Naziler karşısındaki sefaleti ve Fransız halkına
yaptıkları bir rüşvet sus pusuna dönüşür uzun zaman. O çok sevilen, duygusal
“Hayat Güzeldir -Life is Beautiful (1997)” filminde bile toplama kampına bir
Amerikan Sherman tankı girer. Bu coğrafi olarak imkansızdır. Toplama kamplarına
Polonya sınırından ilk girenler Sovyetlerdir oysa. Ayrıca tanklar konusunda da
kısa bilgi verelim çaktırmadan… Sherman M-4, Nazilerin Panzer ve Tiger’ları
karşısında kağıttan bir kaplandır aslında. Hantal ve dayanıksızlardır. Her ne
kadar Brad Pitt’li Furry (2014) filmi onu bir kahramana çevirse de savaşın asıl
kahramanları, gelmiş geçmiş en kıvrak tank, Sovyet T-34’dür. T.34’ler ergonomik
yapıları, hafifliği ve mühendisliği ile kök söktürürler Alman ordularının ağır
panzerlerine. En kahraman komünist tanktır kendisi. Elbette sinemaya da girmişlerdir.
2012 tarihli Rus filmi, Moby Dick’e selam çeken “White Tiger” ve bu yıl
gösterilen T-34 filmleri, her ne kadar içlerine Putinci Rus milliyetçiliği
kaçsa da bu tankların cevvalliğini gösterir.
1945
ve 50 sonrasının yüzlerce “soğuk savaş” filmi, çizgi romanı ve romanı bol bol
“kasvetli”, “otoriter”, canavar Sovyet filmleri üretti ve sterotipe dönüştüler
zamanla. Aleksandr Soljenitsin’in “Gulag Takımadaları” imgesi Batıda
karşılığını almış ve 1970’de Nobel ile taçlandırılmıştı. Artık ha Auschwitz ha
Gulag ikisi de aynıydı ve liberalizmin otoriterlik karşıtı, “serbest piyasacı”
kapitalizmin söylemine dönüşmüştü. Bu özdeşleştirme o kadar başarılı olacaktır
ki, Troçki’nin katli sonrası sol içi eleştiride bile Stalinciliğin alemeti
farikası olacaktır.
1950
sonrası patlayan bilim kurgu filmlerinde, romanlarında ve süper kahramanlı, 1
sentlik ucuz çizgi romanlarda bile Sovyetler bir canavardır bundan böyle….
Kaptan Amerika kalkanıyla dikiliverir bu canavarın karşısına her daim. Olay
sonsuz uzayda, Mars’ta ve Atbaşı Nebulası’nda geçse bile düşmanlar Sovyet
üniforması ile temsil edilirler. Bugün bir külte ve yeni bir mitolojiye
dönüşmüş 1977 tarihli çekilen ilk Star Wars’ta bile, İmparatorluk güçleri
Sovyet üniforması benzeri bir kıyafet giyerler. Cumhuriyetçi kahramanların
savaş gemileri o dönemin ünlü (şimdi bizlerde parklara aksesuar) F-104’leri
andırırken, Darth Vader’ın avcı uzay gemileri, siyah-gotik yarasa tınısı verilerek
Soyuz uydularını andırır. Amerika uzaya çıkan ilk insanlı bayrağın CCCP
olduğunu hazmedememiştir çünkü.
Star
Wars’ın düşman gemilerine ne kadar benziyor değil mi? Soyuz uzay aracı.
Hangi
birinden bahsedelim; Soğuk Savaş estetiğinden, filmlerden, romanlardan örnekler
vermeye çalışsak yüzlerce sayfa tutar. Elbette Sovyetler problemsiz değildir;
1917 Ekim Devrimi sürecinden itibaren Çarlık bakiyesi köylü bir toplum, devasa
bir coğrafya ve etnisite, Lenin sonrası Stalin-Troçki ayrılığıyla ayyuka çıkmış
siyasi gerilim ve ölümler, tasfiyeler. Nazilere karşı savunma refleksi ve
salınımlar, hatalar binlerce sayfa tartışılmış ve tartışılıyor hala. Oysa bu
“Soğuk Savaş” estetiği öyle bir kasvetle inandırıcı olacaktır ki Sovyetlerin
kazanımları, başarılı simsiyah bir kül ile kapatılacaktır.
Bütün
bu serimlemeyi niye yaptım tahmin etmişsinizdir. Game of Thorenes”in hemen
arkasından gelen HBO’lu “Chernobyl” fırtınasından söz edeceğim elbette. Çöküş
öncesi Sovyetler Birliği’ndeki 1986 tarihli nükleer kazayı anlatan dizi,
dramatik yapısı, mekanları ve oyunculuğuyla çok başarılı. 1991’deki çöküşüne
kadar 1980’li yıllarda başlayan Gorbaçov’lu Perestroyka (Yeniden Yapılanma)
süreci, krizler, Yeltsin darbesi ve yüzlerce tarihi olayın eşlik ettiği,
Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” dediği tek kutuplu dünyaya yolculuk zamanı.
Çernobil tarihin en büyük nükleer felaketi olarak tarihe geçti. Hatta
Türkiye’yi de etkiledi. Kazım Koyuncu’yu kanser illeti ile genç yaşta aramızdan
alıverdi.
“Chernobyl”
bütün gerçekçi kadrajlarına rağmen Soğuk Savaş estetiğinden kurtulamamış ama.
Diziye bakıldığında Sovyetler “despotluk”tan bunalmış mutsuz insanlar yuvası.
Hatta dizi maden bakanını kömürlü elleriyle kirleten maden işçileri ile işçilere
liberal bir selam bile çakıyor. Ya da Repin’in ünlü Korkunç İvan’ın oğlunu
öldürdüğü resmin kadraja girmesi Sovyetleri çocuklarını yiyen Kronos’a
dönüştürüyor. Elbette aklı başında hiç kimse, birazcık tarih okumuş bir insan
evladı Sovyetlerdeki sorunları, bürokrasiyi, Gorbaçovlu yeniden yapılanma
sürecini, kuşatılmışlığı reddedemez. Ama şunu da reddedemez; 1917’de dünyanın
en büyük coğrafyalarını bir sovyete (konsey) dönüştürmüş, sefalet içindeki
köylü kitleleri Vivaldi dinler duruma getirmiş (şimdi bunla da dalga geçerler),
açlık-kıtlık faturası olsa da büyük bir teknolojik atılımla uzaya fırlamış,
kapitalizm vahşiliğe bent olmuş, ona ayar vermiş (Keynezyen sosyal devlet),
birçok devleti sömürge olmak zorunluluğundan ve kapitalist “tek yolculuk”tan
kurtarmış bir insanlık deneyini de tümüyle bir vahşilik-sıkıcılık-tek tiplik
imgesine indirgeyemez. Özellikle de Sovyetler Birliği ve CCCP harflerini bile
bilmeyen 1980 ve sonrası doğumlu bir kitle varken ekranlar karşısında. Bazıları
hemen lafı yapıştıracaktır biliyoruz. Felaket olmuş gülen bir yüz mü arıyorsun
diye. Biz de neşeli kapitalizmin felaketlerine de bakalım diyoruz o zaman. Kaza
değil, bilerek atılmış, üstelik bir annenin ismi verilmiş bir uçaktan (Enola
Gay) atılan Hiroşima başta…
Sovyetler’in
sadece sıkıcı, kasvetli ve de despot bir coğrafya olmadığını görmek için bile
Twiter’daki sovietvisuals (@sovietvisuals) hesabına bakmak yeter. Reel
sosyalizm elbette cennet değildir. Amaç birilerinin çok muz yemesi değil,
gerektiğinde kimsenin muz yememesidir.
Biliyorum
bu yorumlar birçok kişi için baştan fasarya. Ama en azından Sovyetler için
başka bir imge düşünmeye vesile olur diye umut ediyoruz.
alıntı: ekdergi.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder