13 Temmuz 2018 Cuma

Orçun Ünal - Bu Ben Değilim kitap incelemesi

.

TANRI ÖLDÜ MATEMATİĞİ 

Arzu Eylem





Nietzsche’nin Şen Bilim’inde Tanrıyı arayan adama etraftakiler kahkahayla güler. Deleuze’e göreyse bu gülüşün kaynağı adamın arayışından değil, Tanrılardan birinin diğer Tanrılara artık tek olduğunu söylemesinden doğar. Zerdüşt’ten yola çıkarsak Nietzsche’nin son insanı ilerlemeyi ve mutluluğu yaşamın amacı sanmak yerine, memnuniyet arar. İp cambazı gibi, insanlık da bir uçurumun üzerinde durmaktadır. Bu yüzden “sonsuz hiç”in üzerinde asılı kalmıştır. İnsanlık eylemeye dönük özünü yitirdiğinde gidecek hiçbir yeri yoktur.

Orçun Ünal’ın Bu Ben Değilim adlı ikinci kitabındaki metinler bana bunları hatırlattı. Ünal, öykü anlatmak ya da herhangi bir edebi türe dâhil olmak için yazan bir yazar değil. Kendince varoluşa ilişkin denklemler kuruyor. Denklemler yer yer felsefi söylemlere, aforizmalara, seslenişlere, yer yer de hikâyeye dönüşüyor. Yazarın aklında öyküler var. Onları anlatmak için oturduğunda yazının başına o öykülerle bağlantılı düşünmelere açılıyor sözcükler. Öyküler metnin altında kalıyor, gizliyor kendini. Metinleri anlamak ve yorumlamak için pek çok öykü geliyor akla. Kısacası Ünal öykü değil tek bir metinde öyküler yazmayı düşünmüş. Ona göre metin bir düşünme alanı.

Ben Bu Değilim’deki bölümlemeler sayıyla 1’in ve 0’ın etrafında şekilleniyor. Felsefeden kopamayan matematik kesinlikle bağını koparıyor. 1+1 bile 2 etmiyor örneğin. Tekil anlamda insan 1 midir? Yani 1 gerçekten 1 mi? Niteliği nüfustan ayıran bir alana girmiş oluyoruz bu sorularla. Ya da ölüm 0’a mı eşit? Ölümsüzlük sonsuzluk mu? Eğer böyleyse sonsuz = 1/ölüm’e eşit olmalı. Matematiksel adı sonsuzluk olan ölümsüzlük ölümlülüğün bittiği yerde, yani ölünen noktada başlıyor. Ölümsüzlük ancak dev çelişkinin dünyamıza yansıması. Sonsuzluk ya da ölümsüzlük tamamen zaman dışı. Aşılması gereken bir varlık olarak fani insan kendisini neden ve nasıl aşması gerektiğini kavradığında hakiki özgürleşmeye doğru ilk adım da atar. Ölmeden ölümsüz olamayız ve de ölümsüz olabilmenin yolu 1 olabilmekten geçiyor. Ancak o zaman bir +hiç sonsuza eşit.

Ünal’ın metinlerinde matematik oldukça karışık. Çünkü kendini kaybetmiş, arayıştaki insanlardan bahsedebiliyoruz. Arayışın denklemleri kendi kurmacasını yaratıyor. İki olmayanların, birde kalamayanların, ölemeyenlerin, ölse de hiçliğe erişemeyenlerin arayışları… Bir de zor olan ölünmek var tabii. Bir şey uğruna öldüğüne inanmak.

Tanrı tartışması neredeyse her metinde var bu yüzden. Örneğin “God Is A VJ”de “kendi yarattığı acılardan hoşlanmayan”, merhamet bekleyen bir Tanrı görüyoruz. Sadece bu metin üstünden gidersek, Tanrı, Ünal’ın metinlerinde bir durumu temsil ediyor. Tanrı Vj, Tanrı medya, Tanrı ekran, Tanrı film… Ve tabii Tanrı öldü. Bu yüzden yeni Tanrılar doğuyor. Deleuze’ün Nietzsche okumasındaki gibi tek olduğunu iddia eden Tanrıya diğerleri gülüyor. “Zemin’i Beklerken”de anlatıcı, “Gökdelenleri Tanrı bellediler, Tanrı bildiler,” diyor.

Tanrının ölümünü kabul etmeyen insan kendini aşamadığından, kendini toplayıp, çıkarıp, çarpıp bölüyor. Bütün bu işlemlerin sonucunda özüne de varamıyor. Herkes Tanrı olmaya soyunuyor. Tanrı olmak ölümsüzlüğü istemekle eş. İşte bu yüzden yazar, resim ya da heykel yapar, birbirinde ve bir şeyde iz bırakmak ister insan.

“O(SMAN HAMDİ)HOMEM DUPLICADO”da yazar, resim sanatı üstünden, yaratıcılık, kendini kopyalama, kendini gerçekleştirmeyi mesele edinirken, diğer yandan Tanrının yerine babayı koyar. “Birlikte yokluk, üçlükte Tanrı vardı. Osman Hamdi; Baba, Baba ve Baba’ya bölünecekti, var olacaktı, Tanrı olacaktı belki; ama bir baba bile etmeyecekti.” Osman Hamdi’nin kopyası olmalıydı bu yüzden anlatıcıya göre. Eşitlenmeyi oğlun artarken babanın eksilmesine bağlayan Ünal çözümlemesi zor bir denklemin içine atıyor okuru. Bakış teoriyle metni düşündüğümüzde, ada eklenen her ad ya da hitap kişiyi bölen bir bıçağa benziyor. Eski Yunan tragedyalarında beliren Tanrının Eli’yle Osman Hamdi’yse tabloya dönüşüyor. Sanat Aristo’dan bu yana görünmeyeni görünür kılmak için gerçekleştirilen bir eylem. Bu hiç değişmedi. Ama felsefe değişti. Wittgeinstein’ın dünyasından Baudrillard’ınkine geçildi. Dünya olguların toplamıyken hayallerin toplamı oldu.

Orçun Ünal bize hikâyeler de veriyor. Bazıları tanıdık bu öykülerde anlatım biçimi, algı oyunları farkı yaratıyor. Örneğin “Ölemeyen Hayvan” bir Yeşilçam dramı gibi. Öleceğini öğrenen bir adamın tanıdık davranışları. Fakat dil ve dilin içine kıvrılmış düşünce bizi ölüm ve yaşam üstüne kavramsal bir ikileme bırakıyor. Üstelik “eleştirmenin son notlarıyla” sunulan öykü, metnin sürecini de bize sunuyor. Yazar, yazmayı doğmakla eşleştirmiş olmalı ki, metnin ipuçlarını vererek, nasıl yazdığını da izlememizi istiyor. Böylece bir metnin ortaya çıkış sürecinin bile tekil olmadığını hatırlıyoruz.

Kitabın sonlarına doğru Ünal’ın metinleri sonsuzluk ve sessizlik üzerine kıvrılarak deneyselliği zorluyor.

Kitapta en sevdiğim, bence diğer metinlerden en öykü olanı “Beş K.” Bir de seslerden örülü “QUERTET”in içine saklanan rüzgârlı masal var. Sadece buradan bile şu sonucu çıkarabiliriz sanırım. Orçun Ünal, tanıdık öykü anlayışından bilinçli olarak sakınıyor. Yazamadığından değil, yazmak istediklerine öykünün tür olarak yetmediğini düşünmesinden.

Ben Bu Değilim, kimsenin kendisi olamadığı dünyaya bir kez daha Tanrının ölümünü ilan ediyor. Deleuze’un dediği gibi, yaratıcılığın önündeki engel iktidar karşısında tepkisel düşünceler üreten özne. Tepkisel özne ölmeli ve etkin bir ölümsüz olarak yeniden doğabilmeli. Yaratıcı özne içindeki sonsuzluk potansiyelini hayata geçirirse ölümsüz olabilir.


Kaynak: mevzuedebiyat.com 

Hiç yorum yok: