5 Ağustos 2019 Pazartesi

Toplumsal Gerçeklik Ve Postmodern Roman II

.

Toplumsal Gerçeklik Ve Postmodern Roman
Neslihan Şen Altın

(alttaki başlığın devamı )


2. Postmodern Roman ve Yeni Gerçeklik Anlayışı

Postmodern roman, edebiyatın toplumla olan ilişkisinde farklı bir toplumsal söylemin ve farklı bir gerçeklik anlayışının ürünüdür. 20. yüzyıl başlarında yaşanan hızlı değişimler (siyasi, toplumsal, kültürel, bilimsel, teknolojik, vs.) ve bu değişimlerin toplumda –özellikle Batı toplumunda- yarattığı etki ve sonuçları yeni bir gerçeklik algısı yaratmıştır. Siyasi anlamda tek-kültürcülük politikalarının yerini çok-kültürcülüğün, düşünsel anlamda evrenselci ve ilerlemeci bakış açısının yerini tarihsellik kuramlarının, fizik bilimlerde Newton fiziğinin yerini görecelik ve belirsizlik kuramlarının ve sosyal bilimlerde pozitivist düşünme biçiminin yerini merkezsiz bir düşünme biçiminin aldığı bir gerçeklik anlayışıdır.

Postmodern sanat, bu yeni gerçeklik anlayışının sanattaki ifadesidir. Bu sanat anlayışı özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş döneminde şekillenmeye başlar. Bu dönemde karşıt kampların siyasi yönlendirmeleri, sanatçıların üzerinde bir baskı oluşturmuş ve sanatçının misyonuna gölge düşürmüştür. Örneğin Sovyetler Birliği’nde sanat parti denetimine girmiş; Amerika’da ve Batı dünyasında ise, sanatçıların Batı kapitalizm ve düzeninden yana bir tavır almaları beklenmiştir. Eğer böyle bir tavır sergilenemiyorsa da sanatsal misyonun depolitizasyon olması gerektiği düşünülmüştür. Dolayısıyla 1960’larda doğan pop-art’ın dönemin siyasi baskılarının bir sonucu olduğu da söylenebilir. Pop-art, modernizme yönelik tepkisel bir sanat anlayışıdır ve özellikle modernist sanatın seçkinci karakterine yönelik bir tepki söz konusudur. Modernist sanatın seçkinciliğine ve yaratıcılığın özgün olması gerektiği görüşüne karşılık olarak pop-art, sanatın yaşama yön verme ve kritik etme gibi bir amaç taşımadığına inanır (Şaylan, 2009, ss. 113-115).

Postmodern edebiyat ise, Ihab Hassan’a göre yine Batı toplumunda ortaya çıkan değişimlerin bir sonucudur. Ona göre, “Yeni ‘anti-edebiyat’ ya da ‘sessizliğin edebiyatı’, ‘Batılı benlik’ ve genel olarak Batı medeniyetine karşı ‘ani bir duygu değişikliği’yle karakterize olmaktadır” (aktaran Best-Kellner, 1998, s. 25). Hassan’a göre yeni edebiyat yaşam dünyasındaki değişikliklere bir yanıt olarak doğar. Diğer bir deyişle, yazın alanındaki biçimsel deneysellik, toplumdaki değişimin bir sonucu olarak, kendine kapanan ve sessizleşen benliğin kurmacadaki karşılığıdır (aktaran Lucy, 2003, s. 128).

Biçimsel deneysellik, postmodern romanın en belirleyici özelliğidir.  Postmodern romanın genel karakteristiğine baktığımız zaman, içerik unsurlarından ziyade biçimsel öğelerin ön plana çıktığı görülür. Onun bu görünümünün postmodern gerçeklik algısının doğal bir sonucu olduğu söylenebilir. Postmodern gerçeklik algısı, modern gerçeklik anlayışının bir anlamda ters yüz edilmiş halidir. Postmodern söylemde, modern söylemin rasyonel ve bütüncül bireyinin yerini, merkezsizleşmiş ve parçalanmış bir özne anlayışı almıştır ve özneyi bu şekilde parçalı kılan ise, dilin akışkan ve çokkatlı bir yapıya sahip olmasıdır. Postmodern söylemin gerçeklik anlayışındaki bu çoğulcu yönelim, postmodern romanın da ana estetik ilkesi olarak kabul edilir.

Modernist romanla birlikte yansıtmacı/mimetik estetik anlayışından yabancılaştırma estetiğine doğru dönüşüm geçiren edebiyat, postmodern romanla birlikte çoğulculuğu estetik bir ilke olarak benimser. Yıldız Ecevit’e göre “Çoğulculuk, postmodernizmin yaşamda da sanatta da ana eğilimidir. (…) çoğulculuk postmodernizmin tek felsefesidir; akıl ve düşün, bilim ve ezoteriğin, teknoloji ve mitosun, burjuva dünya görüşü ile toplum dışı bir marjinalliğin yan yana/eşzamanlı varolduğu bir yaşam biçiminin adıdır” (Ecevit, 2006, s. 66). Yine Ecevit’e göre postmodern çoğulculuk düşüncesinin kökeninde bireyinsanın, toplumdaki hızlı gelişmeler karşısındaki umarsızlığı ve bir boyun eğişi vardır. Bu gelişmeler doğrultusunda önemini kaybeden birey-insan, baş edemediği ve değiştiremediği tüm yaşam biçimlerini, alternatif eğilimleri ve karşıtlıkları kabul etmek durumunda kalmıştır. Postmodern sanat da bu bağlamda, eklektik/çoğulcu bir yapının adıdır. Farklı biçemlerin (gerçekçi, modernist ya da postmodern) bir araya gelebildiği, bütünsel anlamda sanatsal ilkelerin yok sayıldığı ve hatta sanatsal olanla olmayan arasındaki sınırların bile ortadan kalktığı bir yapının adıdır. Genel estetik ilkelerin olmadığı böyle bir ortamda yaratıcılığa bağlı olarak herkes kendi biçemini oluşturabilmektedir. Kimi yazar farklı türleri bir araya getirerek, kimi yazar karşıtlık ve çelişkileri yan yana kullanarak ve kimi yazar ise birden çok anlatıcı ile romanını kurgulayabilmektedir. Bununla birlikte postmodern roman çoklu/alternatif okumalarla da metnin anlamını çoğaltma yoluna gidebilmektedir (Ecevit, 2006, ss. 66-68). Ecevit, edebiyatın bu çoğulcu ortamını, “(…) estetik bir anarşi ortamıdır içinde yaşanılan” (Ecevit, 2006, s. 69) şeklinde ifade eder.

Edebiyatın bu çoğulcu ortamında biçim, dil ile oynanan kurgusal bir oyundur.  Postmodern romanın kurgusal düzleminde önemli bir özellik olan oyunsuluk, kaynağını modernizmden alır; fakat artık somut yaşamı değil, metnin nasıl kurgulandığını anlatabilmek üzere kullanılır. Oyunsuluğun işlevi, sadece estetik düzlemde sonsuz bir özgürlük aracı ve göstergesi olmak değil, aynı zamanda eğlendirici bir özelliğe sahip olmaktır. Yani modernist romanın seçkinci
karakterinin yerini popülist bir rahatlık alır postmodern romanda. Okurun metinden zevk alabilmesi için eğlendirici unsurlar eklenir. Metin, yazarın okuruyla oynadığı bilmecemsi bir oyuna dönüşür (Ecevit, 2006, ss. 71-74). Postmodern roman yarattığı oyun dünyasıyla okuyucusunu eğlendirirken aynı zamanda nesnel gerçekliği sıradanlaştırır, kavramların içini boşaltır, değersizleştirir. Okurunu katı gerçeklik çemberinden dışarı çıkarmaya çalışır. Oyun aynı zamanda, yazar ve okur arasındaki sınırları ortadan kaldırır ve onları birbirine yakınlaştırır. Yazarın yarattığı boşluklar ve suskunluklar okuyucu tarafından tamamlanır. Okuyucu da artık kurgunun bir öğesi, oyunun bir parçası haline gelir.

Oyunsuluk postmodern romanda çeşitli şekillerde kendini gösterebilir. Bir diğer deyişle oyunsuluk, biçimsel düzlemde üst-kurmaca ve metinlerarasılık tekniklerinin yarattığı bir özelliktir. Gerçekle kurmaca arasındaki ayrımı ve romanın uydurma olduğu olgusunu üst-kurmaca tekniği ile okuruna iletmeyi hedefleyen postmodern yazar, metin kurgusunda oyunlar kurarak gerçekliği sorgular. Bu teknikle, okuyucuya sürekli bir oyun içinde olduğu hatırlatılır. Ayrıca metinlerarasılık tekniği ile farklı metinlerin parodisinin yapılması da postmodern romana oyunsuluk katar. Bu teknikle farklı metinlerin bir araya getirildiği postmodern roman, bir yapboz oyununa benzetilebilir. Postmodern romanla birlikte, romanın biçimsel yapısını oluşturan kurgusal özellikler (zaman, olay, karakter, anlatıcı, mekan gibi), üstkurmaca ve metinlerarasılık teknikleri ile birlikte genişlemiştir. Bu teknikler, postmodern romanın kurmaca dünyasını oluşturan temel yöntemlerdir. Bununla birlikte sadece postmodern romana özgü teknikler değillerdir. Geçmiş kullanımlarında yazarın metne dâhil olarak okuyucuyu yönlendirmek gibi bir etkisi olan üstkurmaca, postmodern romanda gerçeklik ve kurmaca arasındaki farkındalığı sağlamayı amaçlar. Okurun, romanla kendini özdeşleştirmemesi, romandaki gerçekliğin kurmaca bir gerçeklik olduğunu algılayabilmesi ve gerçeklik parçalarını yorumlayabilmesi istenir. Üstkurmaca tekniğinin diğer bir kullanımında ise, kurmaca evren başlı başına bir gerçeklik alanı olarak belirir. Bir diğer deyişle mantıki gerçeklik ile fantastiğin birbirine karıştığı yeni bir gerçeklik alanı yaratılır (Sazyek, 2010, s. 513). Fantastik unsurunun postmodern romanda bu şekilde kullanılışı, postmodern söylemin akla ve bilime gösterdiği tepkinin edebi düzlemdeki bir yansıması olarak da yorumlanabilir.

Bir teknik olarak üstkurmacanın bir türevi niteliğinde olan metinlerarasılık ise, farklı metinlerin kolaj tekniği ile bir araya getirilmesi şeklinde gerçekleşir. Metinlerarasılık tekniği de üst-kurmaca gibi sadece postmodern romana özgü bir teknik değildir. Yansıtmacı ve modernist romanlarda da bu tekniğin kullanımlarına rastlanır. Bununla birlikte, bu romanların metinlerarasılık tekniğine bakış açıları arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Nitekim yansıtmacı romanda metinlerarasılık, yazar merkezlidir. Edebiyatçı kimliğinin yanı sıra bir aydın kimliğine sahip olan yansıtmacı yazar, romanlarında kültürel birikimlerini dolaylı bir bilgilendirme aracı olarak kullanmak ister. Yansıtmacı romanda anıştırma terimiyle karşılanan bu etkinlikle yazar, felsefe, tarih, sosyoloji, psikoloji vb. edebiyat dışı okumalarını kurmacanın bir parçası haline getirebilir. Metinlerarasılık tekniğinin modernist romanda kullanımı, postmodern romanda olduğu gibi metin merkezlidir. Bir diğer deyişle, modernist romanda metinlerarası uygulamalar, metinlere imgesellik kazandırma peşindedir. Postmodern romanda ise metinlerarasılığın kullanım amacı, romanı çok boyutlu bir oyuna dönüştürmektir. Ne dış gerçekliği ne de iç gerçekliği yansıtma amacı olan postmodern romanda metinlerarasılık yöntemiyle, sanal bir gerçeklik ortamı yaratılmak istenir (Sazyek, 2010, ss. 516-517).

Metinlerarasılık tekniği, parodi ve pastiş olmak üzere iki temel yolla uygulanmaktadır. Kökeni Aristoteles’e kadar giden parodi, bir metnin başka bir metni taklit etmesi yoluyla, gönderge metnin konusunun/içeriğinin dönüştürülerek kullanıldığı bir tekniktir. Parodi tekniğiyle eserin konusu, biçiminden koparılarak gülünç bir uyumsuzluk yaratılmak istenir. Fakat postmodern romanın parodi kullanımının, önceki kullanımlarından farklı olduğu söylenmelidir. Margaret Rose’a göre, postmodern romandan önce parodi, ya gülünç olma özelliği katmak için ya da salt kurgusal amaçlı kullanılmaktaydı. Postmodern romanla birlikte, bu modernist indirgemeci anlayıştan kurtulan parodi, hem gülünç olma özelliğine ve hem de üstkurmacanın bir parçası olma özelliğine kavuşmuştur. Bir diğer deyişle parodi, postmodern romanda daha karmaşık bir düzeni ifade etmektedir. Rose’a göre parodi, eskiyle modern olanın bir araya geldiği çiftkodlu bir yönelime sahiptir (Rose, 1993, ss. 272-273). Simon Dentith’e göre ise, postmodern romanda parodi, modernist öncüllerine göre daha oyuncudur ve geçmişle arasında daha üretici bir ilişki vardır. Ona göre, postmodern sanatsal pratik, parodiyle karakterize olmaktadır. Çünkü parodi, postmodern kültürü karakterize etmektedir. Başka bir deyişle, kaynağı popüler kültürün ürünleri olan parodi ve postmodern kültür / popüler kültür arasında karşılıklı bir ilişki söz konusudur. Bu bağlamda ona göre postmodernizm, en iyi şekilde, romancıların biçimsel repertuarları olan parodilerle anlaşılabilir. Parodi, postmodern romancıların, dünyayı anlayabilmesinin olası farklı yollarını, farklı söylem modelleri içinde ortaya koyabilmesini sağlar (Dentith, 2000, ss. 157-158).

Metinlerarasılık uygulamalarında bilinen diğer bir yöntem pastiştir. Pastişin bir teknik olarak kullanımıyla, örneksenen biçemi dönüştürmekten ziyade taklit ederek bir metin yazmak hedeflenir. Başka bir deyişle yazar, başka bir metnin dil ve anlatım özelliklerini taklit ederek, başka bir yazarın biçemini kendi biçemiymiş gibi benimseyerek yeni bir metin yazar. Sadece üslubu taklit edebileceği gibi özgün metnin içeriğini de kendi metnine uyarlayarak yeni bir metin ortaya çıkarabilir (Aktulum, 2000, s. 133). Postmodern romanda ise pastiş, özellikle üslubun taklidi şeklinde uygulanmaktadır. Biyografi, otobiyografi, bilimsel metinler, destan, masal, halk hikâyeleri gibi çeşitli türlerin üslup öğelerinin, oluşturulmak istenen metnin temel üslubu olarak edinilmesi suretiyle kullanılmaktadır (Sazyek, 2010, s. 518). Güzin Yamaner’e göre, pastişi postmodernizm için önemli kılan şey, postmodern toplumun, bir tüketim toplumunu temsil ediyor oluşudur. Yamaner, her şeyin hızla tüketildiği bir tüketim kültüründe, yeni şeyler üretme zorunluluğunun, birer taklide dönüşmek zorunda olduğunun altını çizmektedir (Yamaner, 2007, s. 33). Fredric Jameson’a göre ise, çağdaş toplumda bireysel öznenin kaybolması nedeniyle kişisel üslup giderek varlığını yitirmekte ve bir uygulama olarak pastişin önemini artırmaktadır (Jameson, 2011, s. 56).

Ana kurgu öğeleri üstkurmaca ve metinlerarasılık olan postmodern romanın yazarları, romanın gerçek düşmanlarının, klasik kurgusal öğeleri şematize eden zaman, mekan, karakter, olay ve tema olduklarını düşünmektedirler. Bu yazarlar, bu edebi unsurların unutulması için ellerinden geleni yapmışlardır: “Ya olay örgüsü küçük olay ve ayrıntı dilimleri içinde ezilir, karakterler ani bir arzular demeti içinde ayrışır, mekân-zaman geçici arkaplandan fazla bir şey değildir ya da temalar öyle değersizleşir ki, bazı romanların şunun ya da bunun ‘hakkında’ olduğunu söylemek çoğunlukla gülünç biçimde hatalıdır” (Lewis, 2006, s. 149).  Romanın kurgusal bir öğesi olan zaman kullanımının, yansıtmacı romandan postmodern romana, gerçeklik anlayışına bağlı olarak farklılaştığı söylenebilir. “Ondokuzuncu yüzyıl anlatılarında pozitivist felsefeye uygun olarak daha çok düzçizgisel zaman şemaları ve sebep-sonuç ilişkilerine yaslanan kurgulamalar egemen olurken, modernist anlatılarda zaman birey psikolojisiyle, postmodernist anlatıda ise dille bağlantılı olarak kurgulanır” (Parla, 2008, s. 248). Postmodern romanda zaman, modernist zaman anlayışına benzer şekilde, düz bir çizgide ilerlemez. Zaman, bireyin dışında var olan ve süreklilik arz eden bir şey değildir. Dış dünyanın zaman anlayışı ve bireyin zamanı algılayışı birbirinden farklıdır. Zamanın akış hızı, bireye göre farklılaşarak yavaşlayan ya da hızlanan bir şeydir (Emre, 2006, s. 318). Postmodern metinlerde zaman, hep sürekli bir şimdiler dizisi içinde parçalı olarak yer almakta ve geçmiş ve gelecek, şimdinin içine hapsolmaktadır. Dahası takvimsel zamanın dışında kurgusal bir zaman anlayışı söz konusudur (Karabuğru, 2008, s. 365). Denilebilir ki postmodern romanlarda zaman, mekanik ve ölçülebilir bir şey değildir. Sınırları belirsiz, birbirine girişik ve rasyonel düşüncenin belirlediği zaman algılayışının dışında bir zaman anlayışıdır (Emre, 2006, s. 170). Postmodern metinlerde mekân anlayışı, modern anlayışın mekânsallığa yaptığı vurgunun tamamen dışına çıkar. Bu farklılaşmada bilimsel gelişmelerin önemli bir rolü olduğu söylenebilir. “Newton’un yer çekimi kanununu bulması ve geleneksel kozmoloji anlayışının yerine modern bakışı yerleştirmesi ve modern kozmik anlayışıyla Einstein’ın rölative kuramı vesilesiyle yeryüzünü Kuantum teorisinin yönlendireceği bir mekân anlayışına davet edişi gibi mekân anlayışında büyük ve radikal değişikliklere yol açan bilimsel gelişmeler postmodern metnin mekân anlayışını da şekillendirmiştir” (Emre, 2006, ss. 177- 178). Bu bağlamda postmodern metinlerde, modernizmin somutlamaya çalıştığı her durum ya da görüntü soyutlanarak mekânda bir karmaşa yaratılır. Mekân yer değiştiren, renkten renge, biçimden biçime giren akışkan, şeffaf, ele avuca sığmaz bir görüntü olarak belirir (Emre, 2006, s. 183). Postmodern metinlerde mekân anlayışının değişmesinde, postmodernist düşünürlerin katkıları da önemlidir. Nitekim postmodernistler coğrafyayı bir hypermekan olarak değerlendirmişlerdir. Başka bir söyleyişle onlara göre hyper-mekan, mekanın icat edilebilirliğine, düşünsel olarak genişletilebileceğine ve kolaylıkla yok edilebileceğine işaret etmektedir (Rosenau, 2004, s. 108). Dolayısıyla postmodern metinlerde mekân göstergelerle tasvir edilmeye başlanır. Artık mekân değil ‘zone’ vardır. “(…) ‘zone’, ise birbiri ile mantıksal ilişkisi olmayan mekânlar demektir. Bu mekânlar yani ‘zone’ ler gerçek dünyadan alındığı gibi diğer romanlardan veya yazın yapıtlarından da alınabilir. Buna metinler arası mekân (…)” denmektedir (Menteşe, 1992, s. 239).

Yansıtmacı ve modernist romanların önemli bir kurgusal öğesi olan karakter, postmodern romanda bu önemini kaybeder. Hasan Boynukara Karakter ve Tip adlı makalesinde, edebiyatta karakter yaratma biçimlerinin değişmesinin nedenlerini varlık anlayışının değişmesine bağlamaktadır. Ona göre, insanın toplumsal düzendeki yeri değiştikçe, karakterin edebi eserlerdeki yansıtılma biçimleri de değişmektedir. Nitekim gerçekçi romanlarda inandırıcı karakterler yaratmak esas olmuştur. Modernist romanlarda ise psikolojik gerçekçiliğe bağlı olarak bir karakter yaratma yoluna gidilmiştir. Fakat postmodern romanla birlikte karakter, karakterin bütünlüğünün tartışmalı bir hale geldiği bir antikaraktere dönüşmüştür (Boynukara, 2010, ss. 171-172). Karakter yaratım sürecinde bu adımlar bir anlamda nesnel gerçeklik anlayışından parçalı gerçeklik ve sanal gerçeklik anlayışına doğru bir farklılaşmayı ifade etmektedir. Postmodern romanlarda karakterin farklılaşmasında, postmodernistlerin insan varlığı üzerine düşünüşlerinin de önemli bir etkisi vardır. Onlara göre insan sürekli bir oluşum halindedir. İnsan rasyonel olarak değil, toplumsal ve dilsel olarak şekillenmektedir. Bu değişim içinde bütüncül, rasyonel, somut bir bireyden söz edebilmek mümkün değildir. Birey postmodern bir toplumda, parçalı ve merkezsiz bir dünyanın parçalanmış özneleridir artık. Modern dünyanın öznesi ölümünü ilan etmiştir. Bu bağlamda, postmodernistler modern özneye üç nedenden dolayı karşı çıkmışlardır. Birincisi özne onlara göre, modernliğin bir icadıdır. İkinci olarak, özne üzerine odaklanma hümanist bir felsefeyi getirir. Ve son olarak, özne kavramı aynı zamanda bir nesneyi gerektirir ki bu da postmodernistlerin reddettikleri özne-nesne ikiliğini doğurur. Dolayısıyla onlara göre özne, kurmaca bir şeydir. İktidarın ele geçirdiği, anlam atfettiği ve tahakküm altına aldığı bir surettir. Dil tarafından kurulan ve yorumlanan ifade biçimleridir (Rosenau, 2004, ss. 73-79). Bu düşüncelerin bir sonucu olarak postmodern romanlarda özne/karakter, artık imgesel doku içinde yer alan salt kurgusal amaçlı bir öğedir, anlamın taşıyıcısı olma görevini yitirmiştir. Ecevit’in ifadesiyle, “(…) durağan olmayan, dokunun içindeki diğer ilmeklere sürekli öykünen, giderek onlara dönüşme eğilimi gösteren bir doku öğesidir bu. Postmodern anlatının ana kişisi, bir figürden diğerine dönüşüp duran biridir, belirli bir kimliği yoktur” (Ecevit, 2006, s. 77). Dahası postmodern romanlarda bir başkişi ya da kahramandan söz etmek de mümkün değildir. Romanda etkin farklı karakterler olabilmekte ve hatta yazar ve anlatıcılar bu karakterler içinde yer alabilmektedir (Emre, 2006, ss. 186-187). Postmodern romanın anlatıcısı/anlatıcıları da karakteri/karakterleri gibi kimlikten kimliğe giren, anlamın taşıyıcısı olma görevini yitirmiş, parçalı bir dünyanın parçalanmış özneleridir. Postmodern romanda anlatıcı, gerçekçi romanların objektif bakış açısından sıyrılmıştır. Nitekim artık tek bir anlatıcı değil, birden fazla anlatıcının yer aldığı bir kurgusal yapı söz konusudur. Başka bir söyleyişle, postmodern romanda geleneksel roman anlayışının Tanrısal, gözlemci ve tekil bakış açılarının yerini çoğulcu bir bakış açısı almıştır.

Postmodern romanda yansıtmacı romanın çizgisel olay örgüsünden vazgeçilir ve modernist romanda olduğu gibi olay, merkezi bir konum olmaktan çıkar. Her türlü düzenli öğe okur tarafından sağlanmalı ve hatta uydurulmalıdır (Rosenau, 2004, s. 25). Romanda yaratılan kopukluk ve süreksizlik durumu, okurun algılaması ve tamamlaması istenen bir süreçtir. Böylelikle parçalı gerçekliklerden, kendine göre bir düzenlilik, öznel bir gerçeklik yaratacaktır okur. İsmet Emre, postmodern metinlerin olay örgüsünü, Foucault’nun modern iktidarla ilgili düşünüşünden yola çıkarak açıklamaktadır: “(…) postmodern yazarların olay örgülerinde, Foucault’nun modern iktidarların öngördüğü toplum modellerinin sürüklediği ‘durum’un doğal sonucu olarak bu belirliliğin yerini baştan sona kadar anlatıyı kaplayan bir müphemlik atmosferi, düzensizlik, başı ve sonu belli olmayışlıkla ‘dağılganlık’ gibi kaygan bir durumla karşılaşırız” (Emre, 2006, s. 52). Yani denilebilir ki postmodern metinlerde olay, irrasyonel, kopuk, karmaşık ve hatta yokmuşçasına bir niteliğe sahiptir (Emre, 2006, s. 167). Postmodern romanlara bakıldığında tek bir olay örgüsü yerine birden fazla olay örgüsüyle karşılaşılmaktadır. Bu çok-katlı yapıya sahip olan olaylar arasında bütüncül bir ilişki olmayabilmektedir. Bunun yerine olaylar arasında bir karmaşıklık ve kopukluk söz konusudur. 

Postmodern romanların olay örgülerindeki kopukluğun önemli bir nedeni, ana kurgusal öğelerdir. Bir diğer deyişle olayı merkezi bir konum olmaktan çıkaran ve olaylar arasındaki bağları zayıflatan şey, üstkurmaca ve metinlerarasılık teknikleridir. Yazarın üstkurmaca tekniğine bağlı olarak kurmaca içinde kurmaca anlatıyor oluşu, olay örgüsünde bir dağınıklık yaratır. Aynı şekilde anlatıcıların sürekli yer değiştiriyor olması da olay örgüsünde bir kopukluğa neden olmaktadır. Metinlerarasılık ise, olay örgüsündeki sürekliliğin sağlanamamasında bir diğer önemli etkendir. Metinlerarasılık tekniğiyle romana çeşitli yazınsal türlerin eklemlenmesi, metnin olay örgüsünde parçalayıcı bir etkiye neden olmaktadır. Postmodern romanlarda olay örgüsünün yokluğuna bağlı olarak tematik unsurların da zayıflığı dikkati çeker. Postmodern metnin tek teması metnin kendi varoluş sürecidir. Başka bir söyleyişle postmodern romanlarda temadan ziyade kurgusallık ön plandadır. Dahası postmodern yazarın tematik olma gibi bir kaygısı da yoktur. Çünkü bir temayı işlemek, bir gerçekliğe ya da ideale inanmak anlamına gelir. Halbuki hiper gerçeklik ve simülasyon gibi sanal gerçekliklerin hakim olduğu bir dünyada uzlaşılmış bir gerçeklik yoktur (Topsakal, 2011, s. 46).

Sonuç

Bu çalışmada romanın, yazıldığı dönemin toplumsal gerçekliğinin bir ürünü olduğu hatırlatılmak istenmiş; bu bakış açısıyla postmodern romanı sosyolojik olarak anlamak hedeflenmiştir. Nitekim ne Don Kişot’u ne Robinson Cruose’u ne de İnsanlık Komedya’sını bugünün toplumsal bakış açısıyla anlamak mümkündür. Dahası romanın ne olduğuna ya da ne olması gerektiğine dair dönemsel tanımlamalar yapmak da bir o kadar yanıltıcıdır. Çünkü romanı, içeriksel ve biçimsel olarak belirleyen ‘tarihsel o an’dır.

Postmodern romanı doğuran ‘tarihsel o an’, postmodern çağın yarattığı gerçeklik anlayışıdır. Postmodern çağda gerçeklik, yorumdan başka bir şey değildir. Bilimsel gelişmelerin de bir sonucu olarak gerçeklik, göreceli, belirsiz ve rastlantısaldır. Makro teorilerin yerini mikro teorilerin aldığı, hakikat anlayışının parçalandığı, rasyonel öznenin yadsındığı, tekil düşüncelerin yerini çoğulluğa bıraktığı yeni bir gerçeklik anlayışıdır bu. Tanrının ya da insanın merkeze alındığı kendinden önceki düşünme biçimlerinden farklı olarak öznenin dil olarak belirdiği bir gerçeklik anlayışıdır. Ve postmodern roman da bu yeni gerçekliğin bir ürünü, edebiyat alanındaki yansımasıdır. Postmodern romanı bu çalışma için özel kılan onun biçimsel özellikleri olmuş; bu özellikleri sosyolojik olarak anlaşılır kılmak hedeflenmiştir. Bu maksatla biçimin nasıl bir toplumsal gerçekliği temsil ettiği gösterilmek istenmiş; roman ve toplumsal gerçeklik arasındaki ilişki tarihsel olarak betimlenmiştir. Sonuç olarak, yüzyıllar içinde toplumsal gerçeklik anlayışı değiştikçe romanın kurgusal öğelerinin farklı biçimsel görünümlere büründüğü gözlenmiştir. Bu bakış açısı takip edilerek, postmodern romanın biçimsel özelliklerinin aslında toplumu temsil etmeye devam ettiği; sadece romanın temsil ettiği gerçekliğin değiştiği gösterilmiştir.

Alıntı: Humanitas Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi - http://humanitas.nku.edu.tr

Hiç yorum yok: